Anadolu’da Bir Yer
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları…
Yolda ilerlerken Faruk Nafiz Çamlıbel’in muhteşem dizeleri döküldü dilimden. Mekan aynı, şiir aynı. Şiiri yaşamak bu olsa gerek.
Bu seferki durağımız Orta Anadolu’da ,Niğde-Nevşehir arasında, uçsuz bucaksız bozkırın ortasında, Kayseri Erciyes Dağının muhteşem sülietinin karşında, sapsarı buğday tarlaların arasında dümdüz ilerleyen karayolunun hemen kenarında bulunan bir Anadolu köyü. Yolun kenarında yazılı olan “Çilek Var” tabelası dikkatimi çekti. Aracı hemen yolun kenarına park edip çilek tarlasına attım kendimi. Tarlanın kenarında babasını bekleyen, giyimiyle, kuşamıyla ve konuşmasıyla tam bir Anadolu kokan çocuğa çilek tarlasının sahibini sordum. Aldığım cevapla ve göz hakkı diye kopardığım üç tane çilekle tarla sahibinin yanına vardım. Adının daha sonra muhabbet arasında öğrendiğim Mehmet Amca aracımın plakasına bakıp başladı Ordu’nun ilçelerini saymaya. İçimden “Tüm ilçelerimizin ismini saydığına göre Ordu’da yaşamıştır.” diye geçiriyordum ki Mehmet Amca kendi açıklık getirdi: “Ben PTT’den emekliyim. Seksen bir vilayetin tüm ilçelerinin adını bilirim. Ama oralara hiç gitmedim. Ordu’nun çok güzel olduğunu duydum. Nasipte varsa görmek istediğini belirtti. Ben de davet ettim. İnşallah bir gün gelir.“ Nerden gelip nereye gittiğimizi sordu. Her birini anlattıktan sonra kendisine geldi iş. Mehmet Amca’nın otuz tane süt ineği varmış. Bunlardan on beş tanesinin doğumu yakın olduğu için süt sağımını bırakmış. Eşi ve oğlu ile hayvancılık ve tarım sektöründe başarılı işler yapıyorlar. Arazilerinin bir dönümünü çilek tarlasına çevirmişler. Burada sattıkları çileklerle günlük ihtiyaçlarını giderdiklerini belirtti. ‘Çalışana geçim sıkıntısı olmaz’, dedi Mehmet Amca. Muhabbetimiz esnasında samimi sohbetinden Anadolu insanının iyiliği, dürüstlüğü, saflığı, çalışkanlığı, vatan sevgisi ve misafirperverliği gibi vasıfları taşıyan bir kişiliği olduğu apaçık belliydi. Biz burada hem hayvancılık hem de tarımla meşgulüz. Çok şükür kimseye de muhtaçlığımız yok, geçinip gittiklerini söyledi. Bu arada çileklerin muhteşem bir tadı vardı. Kızım Nil Neva Çileklerin tadına doyamadığını hatta bu zamana kadar yediği en lezzetli çilek olduğunu söyledi. Hem eşi hem de kendisi muhabbet dolu insanlar. Yediğimiz çileğin ücretini verip müsaade istedik. Aşkınan koşan yorulmaz ve yapılan her iş bereketli olurmuş. Muhabbet güzel lakin yolumuz da hayli uzundu. Allah bereketini artırsın deyip Mehmet Amca’ya veda ettik. Biz de yazımıza yine “Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları” şiiriyle veda edelim.
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder